İzlanda mutfağının tarifsiz kötülükte geleneksel tatlarını belgelemek için yola çıktığımız bu yazı, “Ee bunu biz de yiyoruz ki” ayarında bir İzlanda – Türkiye kardeşilik maçına dönüştü.
Hakarl
En kötüsü ile başlayalım. Kendisi çürümüş köpekbalığı eti. Normalde zehirli olan İzlanda köpekbalığı (Somniosus microcephalus), ancak fermente olduğu zaman yenebilir hale geliyor. Ancak fermente olduğu zaman da inanılmaz amonyak kokuyor ve öğürtüyor. Artık hangisi daha kötü bilemiyoruz.
Toprağa gömülen ve 12 hafta çürümeye bırakılan köpekbalığı, arkasından 4 ay boyunca kuruması için asılarak dinlendiriliyor. Küpler halinde kesilip kürdanlara batırılarak servis ediliyor. Yanında kuvvetli bir içki ile sunuluyor. Çünkü ünlü şef Anthony Bourdain’in “Hayatımda yediğim en iğrenç, en kötü tadı olan şey” dediği, ilk yiyenlerin genelde kustuğu Hakarl’ı yemeyi İzlandalılar da pek sevmiyor. Konu onlar için daha ziyade bir erkeklik ve güç gösterisi.
Kuzu kafası jölesi
Koyunların kafasından çıkan etler, kalıplara basılıyor ve ette bulunan kolajen sayesinde jöleleşiyor. Daha sonra tereyağlı ekmek üzerinde dilim dilim servis ediliyor. Bazı turistlerin Hakarl’dan bile mide bulandırıcı bulduğu bu ikram, kelle paça ile büyümüş bu nesin kulağına hiç de kötü gelmiyor açıkçası.
Midilli sucuğu
Hrossabjugu adlı bu sucuk bizi şaşırtmadı. Geleneksel sucuğumuz içinde bir zamanlar at eti bulunuyordu. Hatta bu satırların yazarının bizzat Kayseri’deki bir üreticiden “Biz hala kendi yediğimiz sucuğa at eti mutlaka ekleriz” kelimelerini duymuşluğu var. İzlanda marketlerinde midilli sucuğu kolayca bulunabilirken restoranlarda da midilli bifteği sıkça görülen bir lezzet.
Kuzu billuru
Bir Amerikalı için dehşetli görünebilir ama bizim kulağımıza makul geldi.
Kaynak: Manslife